Pages

24 Ekim 2011 Pazartesi

Sadece Bir Haftada...

Önce bunu aç

Çukurca'da 24 asker şehit oldu ve Van'da yaklaşık 279 kişi depremden dolayı hayatını kaybetti, 1300 kişinin de yaralı olduğu söyleniyor.her an bu rakamlar artıyor.bunların hepsi bir hafta içinde oldu.tam 7 gün içinde.hayatın ortalama 70 yıl olduğunu düşünürsek, 25.550 günlük hayatımızın sadece 7 gününde oldu bu olaylar.bu kadar insan sadece 7 günde hayata gözlerini yumdu.

bu sadece bizim ülkemiz için geçerli değil.bütün dünya için durum böyle.1 günde binlerce insanın öldüğü veya ölmeye bir adım daha yaklaştığı bir dünyada yaşıyoruz.ecelleri ile ölmek bir yana artık doğa ana da bize iyice kızgın.8.8'lik depremin yapamadığını tsunaminin yapması, teröristlerin yapamadığını bir depremin yapması...

o 24 şehidin anasına,babasına,kardeşine söylenenler, biraz değiştirilip bu 279 kişiye de söylenecek çünkü düzeltemiyoruz, çünkü düzeltemiyorlar, çünkü acizler.

göçük altında kalmanın, çatışmada kalmaktan daha zor birşey olduğunu mu düşünüyorsunuz? size sorarım, hiç göçük altında kaldın mı da aklından bu sorunun cevabını bile geçirmeyi kendine uygun görüyorsun? ya da dağlarda, o düzlük ovalarda açık hedef oldun mu da yaşamayı başardın?

istediğimiz oldu aslında.dünya artık bizi konuşuyor.en azından şu anda.maalesef büyüklüğümüzü, cesaretimizi, yaptıklarımızı değil de acımızı konuşuyorlar.bu haftayı konuşuyorlar.bu kanlı haftayı.

kendimi dünya sorunlarına, ülke sorunlarına bilgisayar başından sallayarak kendini bilinçli vatandaş olarak gören "etkisiz elemanlar" olarak görmüyorum, bu yazım eğer size böyle bir bakış açısı getiriyorsa kesinlikle yanlış bir bakış açısı yaratmışım demektir.bu yazıyı yazmamın nedeni şu aslında; Van şehrinden kilometrelerce uzakta oturan bir arkadaşımın, yatmaya korktuğunu söylemesidir.korkuların hep üstüne gitmek gerekir öyle değil mi? peki ölüm korkusunun üstüne gitmeyi başarmış bir insan var mıdır? olduğunu söylese de ölmeden önce korkmamış mıdır o? siz bu gece rahat uyuyacak mısınız? sabahı hiç görememek, bütün herşeyin bitip, karanlıkta hapsolmanın bir gece de geleceğini hiç düşündünüz mü? sabahı senin görüp oğlunun, kızının, ananın, babanın göremeyeceğini düşünmek seni korkutmuyor mu? o zenginliğin, bencilliğin, vefasızlığın, sonraya ertelediğin herşey için artık sonun geldiğini hiç uzaktan göremeden birden yaşamak... korkan insanlara bazen acımayla bakarız ya, ben bu arkadaşıma fazlasıyla katılıyorum.onunla korkmak istiyorum.bence sizde korkmalısınız.

her taraftan yardım yağıyor Van'a, her taraftan lanet okunuyor PKK'ya.artık bunlar ile ilgili kesin çözümler gerekmiyor mu? gerektiğini bile bile neden hala birileri zengin olurken, birileri ölüyor?

Galatasaray tır gönderiyor, gruplar konser veriyor, yerel yönetimler kendi çaplarında yardıma uğraşıyorlar, akut ekipleri bir saniye dinlenmeden yardım eli uzatıyor herkese, real madrid hatta slash bile bu olanlar ile ilgili duyarlılık gösterip yazı yazıyorlar, duygularını dile getiriyorlar.bütün türkiye her televizyonu açtığında, o insanları gördüğünde, o haberleri okuduğunda içi kötü oluyor, gözleri doluyor ve gerçekten birşey yapmak için uğraşıyor.peki biz neden illa bir acı durumunda, bir felaket durumunda "bir" oluyoruz? neden hep değiliz de ara ara tek bir türkiye oluyoruz? bu bize yakışır mı? bu insanlığa yakışır mı? şu istikrarsızlığı artık bir istikrar ile kırsak olmaz mı?

o ölen insanlar için ne desek, ne dua etsek boşuna.devamı gelecek olan ölümler için ne kadar dua edebilirsin ki? Hepimiz üzülüyoruz.hepimiz korkuyoruz.korkmamız da lazım.orada yakınlarını kaybetmiş insanlara Allahtan sabır, yaralılara şifa ve depremzedelere de umut ve metanet diliyorum.keşke birşey yapabilsek.şükür ki bizim eksikliğimizi aratmayan o kadar iyi kalpli insanlar hala hayatta.

herşeyin yeri ve zamanı var.gidenin de bir zamanı var, gelenin de ama şunu unutma.senin de bunlarda parmağın var.

17 Ekim 2011 Pazartesi

belki de haberiniz yoktur - 2

eylül ayının başından beri kendimi bir rehabilitasyon sürecine verdim.bu sürecin içinde guitar hero oynamak vardı.deli gibi.ayrıca normal gitar çalmaya devam etmek de vardı.şimdi size guitar hero'da çalmayı en sevdiğim şarkıları sıralamak istiyorum.bunu neden istiyorum bilmiyorum.nedeni şu olabilir.gerçekten çok iyi şarkılar.en azından dinleyin.büyük bir kazanç olur.hatta gelin, bir ara size de çalayım hatta siz de çalın.çalış'alım.


Kent - Vinternoll2


The Living End - Prisoner Of Society

Rise Against - Re-Education

Sublime - Santeria

Silversun Pickups - Lazy Eye

NoFX - Soul Doubt

Jane's Addiction - Mountain Song

The Stone Roses - Love Spreads

Black Rebel Motorcycle Club - Weapon of Choice

Paramore - Misery Business

Black Label Society - Stillborn

9 Ekim 2011 Pazar

tırnağınıbiledoğrudüzgünkesemeyenadam-Kül

Önce şunu aç.

http://soundcloud.com/lucifersam-1/mazzy-star-into-dust

şimdi gözlerini kapa.nefes alışverişin önce sesli olsun.gittikçe sesini düşür soluğunun.sanki almıyormuşçasına.artık nefesini bile duymuyorsun.odan sessiz.dışarıdan gelen konuşma ya da televizyon seslerinden başka ses yok kulaklarında.kendini o kadar hafif hissediyorsun ki sanki altında yatak yokmuş gibi.uçuyorsun sanki.tüy misali.

artık hazırsın.şimdi aklına çocukluğunu getir.böyle parça parça anılar olsun.kendini izle.salıncağa çıkmaya çalışırken, ortalıkta koşup oynarken, topa vururken, resim çizerken, kolluklarla yüzmeye çalışırken, bir böceği görüp seke seke annenin yanına kaçarken, bir sürü bir sürü çikolata ve şeker yiyip karnını ağrıtırken, babanın sana kızdıktan sonra bir kenara çekilip ağlarken, okuldakini ilk günü hatırla, ne kadar korkarsan kork annen yanındaysa başka birşeye ihtiyacın olmadığını hatırla, ağlamanın ne kadar dokunulmaz ve güçlü olduğunu hatırla, başparmağının bu kadar lezzetli olamayacağını hatırla, ilk aşkını hatırla, sevgiyi en saf haliye gördüğünü ve gösterdiğini hatırla, peki karanlıktan annenin kucağına gelirken ki anı hatırlıyor musun? hiçbir gözün bakmaya dayanamadığı ışığı ve annenin kollarındaki yumuşaklığı ki hiçbir yastığın vermediği yumuşaklığı, popona yediğin şaplağı, yürümenin sıkıcı olduğunu ve kucağın harika olduğunu ve aklına gelen bütün iyi ve kötü çocukluk hatıralarını gözünün önüne getir.yüzünde bir gülümseme oluşmasından çekinme ya da gözünde bir gözyaşı...

şimdi de ergenliğini getir aklına.liseye başladığın zamanları.yüzündeki o sivilceleri, çelimsiz vücudunu, arkadaşlarınla yaptığın maçları, ilk sevgilini belkide ya da ilk ciddi düşündüğün kız arkadaşını, paranın değerini, her fikrine karşı olan ile bağırıp çağırarak konuşmanı, topluca derslerden kaçıp bir yerlere gittiğini, ilk öpüşmeni belki de ilk sevişmeni, annen ve baban ile olan kavgalarını, öss'yi, öss'ye kasışını, deliler gibi çalıştığını, müdür yardımcısının odasına gidip azar yemeni, karnende ilk defa '1' görmeyi, felsefe yapmayı öğrendiğini, ilk içki içtiğin günü, egonun yeni yeni oturduğunu, havalı olmaya başladığını ya da pek bilinmeyen ama çok değerli bir insan olduğunu, televizyonda izlediğin mezuniyetlerin gerçek olduğunu ama dımdızlak gittiğini ya da hiç gidemediğini ve bütün iyi ve kötü ergenlik hatıralarını gözünün önüne getir.yüzünde bir gülümseme oluşmasından çekinme ya da gözünde bir gözyaşı...

şimdi de üniversite hayatını düşün.hiç bilmediğin ya da duymadığın bir şehire geldin ya da hep olduğun yerdesin, çok istediğin bir bölümde olduğunu hatırla ya da puan kurbanı olduğunu, bir sürü insan olduğunu, her çeşit insan olduğunu, her türlü ortama girdiğini hatırla, yurttaki ilk gününü hatırla, yurttaki son gününü hatırla, ilk eve çıkışını ve ilk defa kendi isteğinle döşediğin evini ve odanı hatırla, her ay maaş alıyormuş gibi aldığın harçlık ve bursları hatırla ve onları ne pahasına olursa olsun 1 ayda tüketmeye çalıştığını hatırla, ilk sevgilini belkide ya da ilk ciddi düşündüğün kız arkadaşını hatırla, ilk öpüşmeni belki de ilk sevişmeni, ilk gönül koyuşunu ya da ilk aldatılışını, ilk kullanışını ya da ilk kullanılışını, internetten alışveriş yaptığını hatırla, orjinal şeyler alarak marjinal olmaya çalıştığını, dış görünüşe önem vermediğini ama karakterinin taş gibi sağlam olduğunu hatırla ya da iki yüzlü olduğunu ve bukalemun olduğunu hatırla, sınavlara girip çıkmaktan artık yorulduğun günleri hatırla, sevgilinden ayrıldın diye günlerce veya aylarca içtiğini hatırla, eğer sevgilin uzaktaysa onun için gittiğin binlerce kilometreyi hatırla, ona karşı hep düşünceli olduğunu hatırla, eski sevgilisi ne kadar da adamlığın dışına çıkıp erkekliğin değerini bilmeden sevdiğini rahatsız etse de senin o çocuğu anladığını ve onu savunduğun günleri hatırla fakat yine o çocuğun insanlığa sığmadan pusuda bekleyip sevdiğini götürdüğü o günü hatırla, unutma sakın dışarıdakile göstermediğin gözyaşlarını, unutma sakın her büyük mutluluğunu arkadaşlarınla paylaştığın anlarını, hatırlasana hocadan not dilendiğin anları, hocanın sana küçümseyerek baktığını hatırla, herşeyin toz pembe olmadığını, madalyonun iki yüzünün de olduğunu hatırla, fatura diye birşey olduğunu hatırla ve bunun ödenmesi gerektiğini hatırla, popüler olduğunu unuttun mu ya da kendini birilerine ispat etmeye çalıştığını ve bütün iyi ve kötü üniversite hatıralarını gözünün önüne getir.yüzünde bir gülümseme oluşmasından çekinme ya da gözünde bir gözyaşı...

buraya kadar yazdıklarımın bazılarını bende yaşadım.bazılarını geç bazılarını erken.buradan sonrasını ne kadar yazsam içten olur, ne kadar yazsam gerçeği yansıtır bilmem.

bütün bunları düşündükten sonra gözlerini aç ve etrafına bak.düşündüğün şeylerin soyut ama etrafındakilerin somut olduğunu görüyorsun değil mi? sanki yılları bir anda yaşamışsın gibi.belki benim gibi farkındasındır.herkes teker teker gidiyor.tutamıyorsun.korkuyorsun.bir yere, bir insana alışıyorsun fakat gidiyor.ne kadar korkutucu olduğunu farkettin mi benim gibi? zerre gibi gözünün önündekiler.gözünün göremedikleri ise bir dünya.

bir gün hepsi gidecek.bunu durduramayacaksın.sözünü tek geçiremediğin zaman olacak.hepsi kül olup gidecek.elinden birşey gelmeyecek çünkü sen umutsun, sen yeniden başlamak zorunda olansın, sen insansın.son'a kadar...

P.S: Bu yazımı blogumu tek takip eden ve istikarlı olarak yazılarımı okuyan i* arkadaşıma ithafen yazdım.tek okuruma saygılar...

5 Ekim 2011 Çarşamba

O Gemi Mutlaka Bir Gün Gelecek...

düşerken duramazsın, susarken anlatamazsın
belki de... ne bileyim ben...

uzaksan duyamazsın, bıraksan bulamazsın
nerdeyim... biliyorum ben...

yalan... ne diyorsam ne duyduysam hep yalan
yalan... kim ne dediyse, ne duyduysam yalan.

duramaz ki yanan, bulamaz ki arar
duruyorum ben...

yalan... ne diyorsam ne duyduysam hep yalan
yalan... kim ne dediyse, ne duyduysam yalan.

duramaz ki yanan, bulamaz ki arar
duruyorum ben...


bilirsen unutamazsın, aşikârı saklayamazsın
kimdeyim... arıyorum ben.

sorarsan açamazsın, kurursan damlayamazsın.
belki de... kuruyorum ben.

yalan... ne diyorsam ne duyduysam hep yalan
yalan... kim ne dediyse, ne duyduysam yalan.


kavuşursan meşk olur ama kavuşamazsan aşk olur be yeğen.o gemi kesin gelecek bir gün...

sağolsun leylalar, mecnunlar...

2 Ekim 2011 Pazar

Tırnağını Bile Doğru Düzgün Kesemeyen Adam - Öz


Yine bir dost meclisindeyim. Herkes birbiri ile muhabbet halinde. Yanımdaki seslenir ona bakarım, diğer yanımdaki bekler beni, sonra ona dönerim. Konuştukça dertleniriz. Konuştukça tokuştururuz kadehleri. Vücutlarımız, bedenlerimiz görür işte o an meyleri. Orada olanlar da tanıdık insanlar. Senin benim gibi. Çok abartmaya gerek yok, isim yapmışlar zaten. Burada ben bahsetsem ne olur.

Birbirinin halini hatırını çok sorar bu ahali birbirine. Birbirlerini hep görmezler ki. Böyle günler çok azdır takvimde. İşaretlesen de bir sorun çıkar ya hani yapamazsın, edemezsin, gidemezsin. Meyin tadı damaktadır, lafın hoşu kulaktadır. Bitmez bu delilerin dil oyunu. Vakit ilerledikçe kalpler alevlenir, közleri dile düşer. Çıkar sesler, sözler çıkar da çıkar. Üfler neyini neyzen. Ne güzeldir onun sesi. Ne geçirir kendimizden bizi. Hepimiz dertliyiz, hepimizin kaybettiği çok şey var. Dokunsan ağlayacağız, dokunsan parçalanacağız, dokunsan aslında var olmadığımızı anlayacaksın. Dokunduğunda bir şey hissetmeyeceksin. Sigara dumanı gibiyiz. Görüntüde çok var bizden ama bir üflesen dağılırız biz. Çok sevilirsek zehirleriz. Çok kokuturuz(severiz) ama bir karanfil yeter bizi bitirmeye. Hepimizin bir bekleyişteyiz. Bir işleyişteyiz. Bir süreçteyiz. Hepimiz kaybettiğimizi arıyoruz aslında. Bunu sorma cüreti var bizde, birbirimize. Bitmeyen meyler bitmeye yaklaştığında bekleyişlerimizin ne olduğu konusunda hasbıhala başladık. Herkes bir ağızdan sordu birimize…

“Ey Mevlana söyle bize, nedir bu beklediğin, nedir isteğin?”

“Benim sadece parende’mi beklerim yiğitler, şems-i tebriz-i’yi isterim. Dileğimdir o benim, bu gözlerden akan tek gözyaşıdır o.”

“Ey Ömer söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir isteğin?”

“Canlarımı, dostlarımı beklerim en çok. Ayrıldım onlardan. Beklerim Hassan’ı, Nizam’ı.”

“Ey Mustafa söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir isteğin?”

“Yıllarımı verdiğim ülkemin bana karşılığını beklerim, ülkemin doğru olmasını isterim. Milletimi dilerim.”

“Ey İblis söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir isteğin?”

“Sizde olan ama bende olmayan şeyi beklerim ben, aşk yoktur bende, inanç yoktur bende.”

“Ey Napolyon söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir isteğin?”

“Aklım fikrim paradır benim. Beklediğim de istediğim de kağıttır benim.”

“Ey Muhammed söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“Yaradanın beni yanına almasıdır benim vaktim, zamanım. Sizlere layık olmak, varlığımın özünü, ab-ı hayatımı O’na vermektir tek dileğim.”

“Ey Fatih söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“İsmim gibi olayım, atımın nefesi dünyanın dört bir tarafında hissedilsin. Osmanlı ismi herkesin diline bir koku gibi sinsin. Uçsuz bucaksız bir imparatorluğun başına geçeyim, hakkını gani gani vereyim ama önce İstanbul’u, gülümü alayım.Soldurmayayım.”

“Ey Galileo söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“O mahkemede bana inansaydılar. Ölüme göndermeselerdi ya beni. Döndüğünü söylediğimde yerin, göğün, denizlerin inansalardı ya bana.”

“Ey Musa söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“Anlayıştı beklediğim. Kardeşimin bana sırtını dönmemesiydi isteğim. Ona baktığımda kardeşimi gördüğümü, Firavun’u görmediğimi anlasın isterdim.”

“Ey Alem berduşu söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“Çölün kumları deniz olsun yüzeyim, elimdeki su şarap olsun içeyim, kaybettiğimi bulayım gönlüm şenlensin, gündüz gece olsun ay yüzünü göstersin, gece gündüz olsun ışığı ile doğsun güneş, seveyim sevileyim de insan olduğumu hatırlayayım. Bir berduş olsam da kalbimin attığını bileyim.”

“Ey Ferhat söyle bize azizim, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“Sevdiğimi, yârimi beklerim. Ben kendimi onunla bilirim. Onun gül yüzünü bir kez daha görmektir ümidim.”

Ahalinin sorusunu sormadığı bir ben kalmıştım. Gerçekten neydi beklediğim, neydi isteğim? Hepsi bana dönmüştü. Hep bir ağızdan sordular.

“Ey Evlat peki sen söyle bize, nedir bu beklediğin, nedir istediğin?”

“Ben sadece meleğimi beklerim. kaybettiğim odur, dileğim de odur.”

5 Eylül 2011 Pazartesi

Herşeyin Başladığı Yere Geri Dönüyorum...

Yarın sabah hayatımın en zor günlerinden biri başlayacak benim için.o kadar şeyden sonra herşeyin başladığı yere dönmek... koşa koşa kaçtığım odaya girmek... o şehire geri dönmek... herşeyden sonra.

tabii birşeylere üzülürken, sevinirken aklıma eski halim geliyor.bunu aklıma getiren de DT oluyor.ben bir zamanlar deli gibi DT dinleyen, ilişkisi olduğu halde kafasına takmayan, yer ve zaman ile uğraşmayan bir adamdım.sadece müziğe ve kendine odaklı bir adamdım.öyle bir adam vardı bir yerlerde değil mi? bazen aklıma geliyor.

"Hey you,Hey you,
I'm right here
He's losing control
What can I do
The vacant eyes
Am I losing you" "DT-Vacant"

ciddi ciddi bir DT yetiyor dertlerimden uzaklaşmaya.bir müzik istiyor insan bu anlarda.gözlerimi kapatacağım girerken o şehirde, kulağımda DT ve dinlediğim şarkısı da 'losing time' olacak.hayatımın en kötü yazı oldu galiba bu yaz.herşey üst üste geldi.2 ay içinde benim için çok değerli iki insanı kaybettim hayatımda.aşkımı 'istemeyerek' terk ettim ve kaybettim, anneannem'i ise cennete uğurladım.tam herşeyden uzaklaşacağım, belimi doğrultacağım derken bunlar sırayla olunca hiçbir şey anlamadım bu zaman diliminden.son yaz tatilimdi belki.

vicdan azabı gençler, vicdan azabı.ne olursa olsun bunu sarmayın başınıza.

bazen yapamıyorsun ya birşey, bir özür bile yetmiyor ya.bazen öyle bakakalıyorsun ya ellerin titreyerek, boğazına birşeyler düğümlenerek.işte bil ki bu duygular geçtiği anda artık yeni bir sayfa açılmış demektir senin için.benim için.bizim için.

"Wanting to escape
She had created a way to survive
She learned to detach from herself
A behavior that kept her alive
Helps us to understand the turbulence deep inside
That takes hold of our lives
Keeps us from saving those we love
The grace within our hearts
And the sorrow in our souls
A journey to find
The answers inside
Our illusive mind" "DT-Losing Time"

bana geçen sene deselerdi ki 'onur sen bu sene şunları, şunları, şunları yaşayacaksın.bunlar bunlar olacak', ben g.tümle gülerdim.inanmazdım yani.tıpkı bebeğin, meleğe inanmadığı gibi.*

yarın sabah hayatımın en zor günlerinden biri başlayacak benim için.aylar boyunca yaşadığımı hissettim.hiç mutlu olmadığım kadar mutlu oldum.sonrasında da yaşadıklarımla kaldım orada.işte oraya gidiyorum.dağınıklığı düzeltmeye gidiyorum.çizikleri silmeye gidiyorum.hayatımı toplamaya gidiyorum.yarım kalan işleri tamamlamaya gidiyorum.olmam gereken yere gidiyorum.bakalım şimdi ne olacak?

3 Eylül 2011 Cumartesi

Kaldı Mı Böyle Kız?

Model grubunun 'çürüsün gelinliğim' adlı şarkısını dinlerken aklıma geldi.oradaki sözler çok hoşuma gitti.

"küçük kızların bebekleri,
fırfırlı şirin etekleri,
yastıktan yapılmış evleri,
ve bir de hayali prensleri var.

plastik mutfak setleri,
kısa tırnaklı küçük elleri,
makyajsız güzel yüzleri,
bir de gelinlik hayalleri var."

bu laflar eskiden doğruydu.hala böyle düşünen, kalbinde hala böyle bir küçük kız yaşatan kadın var mıdır?

kendimi düzgün biri olarak görürüm.sağolsun etrafımdakiler de olgun olduğumu söylerler.onlara da buradan sevgiler ve saygılar.şimdi bu özgüvenle şunu söyleyebilirim ki bu neslin kızları ve kadınları bir değişti.gerçi erkekleri de değişti.bir yapaylık, bir plastiklik var.radiohead'in dediği gibi bazen sevgililerimiz bile bizim 'fake plastic love'larımız oluyorlar.milletin birbirinden beklediği arabası olsun, işte bacakları düzgün olsun, versin veriştirsin, harcasın harcatmasın...

ben normalde böyle şeyler yazmayan hatta konuşmayan bir insanım.ben kendime bakarım ve sevdiğim insanlara yansıttıklarımla hatırlanırım.fakat gerçekten düşünmek lazım.bende düşündüm.kötü mü ettim.yok etmedim.değil mi?

peki gerçekten soruyorum, içinde bu çocuğu yaşatan bir kız daha var mı? eğer varsa onunla tanışmam lazım çünkü benim içimde de hala büyütemediğim bir çocuk var.

2 Eylül 2011 Cuma

So Innocent You Are:'Grey'

kaç kere baktın hayatın boyunca ona?

kaç kere ağladın ona doğru?

onun ışığında kaç kere seviştin sevdiğinle?

kaç kere arkadaşlarınla deliler gibi içtin ve kahkahalarla diğerlerini rahatsız edip eğlendin? ama hiç umursamadın çünkü o da seni umursamadı.sadece izledi seni.

kaç kere yanına bir kadeh şarap alıp, üstüne battaniyeni örtüp, onun griliğinde uyuyakaldın?

ya da hiç üzülmedin sabah gideceğini bile bile?

kaç kere onun doğuşunu ve batışını büyük bir heyecanla izledin? ya da tutulduğu ana gözlerin donmuş ve ağzın açık bir şekilde tanık oldun?

peki hiç orada mıdır diye çıkıp baktın mı balkona?

kaç kere üstündeki siyahlıkları kraterler ve onun gibi şeyler olduğunu düşündün? gidip gördün mü? gidip görenlere inandın mı?

ahh bir başkadır diyeyim ben sana, onun ışığında piyano çalanı dinlemek.

hep o değil midir seni gözleyen, kollayan, en korktuğun karanlıkta sana ışık tutan?

sevdiğinin gözlerine bakıp ayı ve güneşi görmek zaten yetmez mi sana?

işte hiç üzülmezsin zaten ay'ın gideceğine.çünkü bilirsin bir daha gelecek.çünkü bilirsin sabah güneş doğacak.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Yalan Yok!

Evet yalan yok, bu blogger işine bayaa uzun zaman önce başlamama rağmen, bu işin hiç hakkını vermediğimi düşünüyorum.hiç uğraşmadım.aslında hiç uğraşamadım.zaten uğraşmam gereken bir sürü şey var.ilk zamanlar çok heyecanla ve zevk ile açmıştım dükkanımı.her gün en az bir yazı yazardığım bloguma.bloglar ile ilgili sosyal sitelere üye oldum, çok takip edilen blogları örnek aldım, onları takip ettim.ilk zamanlar çok uğraştım ama bilmiyorum ki bir türlü milletin ilgisi benim kuyuya dönmedi.tabii kuyu gittikçe derinleşti.ben yaşayınca o da derinleşti.ben üzülünce, o su ile doldu.ben mutlu olunca da su buharlaşıp gitti.kuyum hep benimdi aslında.sonradan farkettim.



bunu farkedince tabii, dedim ki kendi kendime;"sikiim milletin ilgisini.ne gerek var birilerinin her dakika benim yazdıklarımı okumasına.zaten birileri okursa, onlarda uyandıracağım his bana yeter.belki birileri sapık olduğumu düşünecek ya da birileri daha çocuk olduğumu ya da aslında benim 'ben' olduğumu düşünecekler ve içlerinde bir his oluşacak.bu his nefret olur, bu his tiksinme olur, bu his acıma olur ya da bu his hoşlanma olur.ne olursa olsun yazdıklarımı okudular ya, artık onlarda biliyor ya, belki birşeyleri yaşamadan önce ders almalarına bir derece de olsa katkıda bulundum ya... gerisi yaş dedim."

sonra yaşadıklarımı, aklımdakileri, zevklerimi, onu, bunu, şunu, seni, ne var ne yok yazdım.'tırnağını doğru düzgün kesemeyen adam'ı yarattım.sanki çok büyük bişe yapmışım gibi de anlatıyorum.iyi bok yemişim.sonra da işte okul hayatı zorlaşınca ve işin içine de bir de aşk girince iyice unuttuk kuyuyu.aslında yine çok bişe yazacak zamanım olmaz belki ama yazarım az da olsa bişeler.yeni insanlar, yeni yüzler, yeni sesler olunca hayatımda anlatasım geliyor.yaptığım salaklıkları, bana yapılanları, size yapılmamasını istediklerimi...

şimdi 'chris isaak-baby did a bad bad thing(guitar solo)' açıp bu satırları okuyun.hayatta çok iyi ve çok üst düzey şeylerde yaşadım.çok dibe batıp, çok ezildim de.düştüm ama yine kalktım.bir kere daha.bir sonraki düşüşümü bekliyorum.işte o zamana kadar geri dönüyorum.yazılarımla, beni seven ve okuyan 2-3 arkadaşım ile.belki onlar yayar blogu.belki de en baştaki amacıma ulaşırım bir bakmışsın.hayatta olmaz diye birşey yok.şimdilik kendime bir gaz verdim.umarım rusların gazı kadar kalitelidir yoksa yine 1 sene boyunca hiçbir şey yazmayabilirim.beni yazmaya teşvik edin.bende sizi başka şeylere teşvik edeyim.dedim ya, bebek gerçekten kötü birşey yapmış.işte onu benden öğrenin ;)